22 Eylül 2013 Pazar

AMSTERDAM'DA GEZİLEBİLECEK ALTERNATİF YERLER

Her şehirde, bazen büyük bir binanın gölgesinde, bazen bir köşeyi dönünce,  bir kapının arkasında, bazen de yer altında sizi bekleyen mekânlar vardır. Bu mekânlar rehber kitaplarda tanıtılan büyük müzelerin, opera binalarının ve işlek caddelerin meydanların yanında birkaç satırla ya anlatılır ya da anlatılmaz. Anlatılsalar bile bazı şehirler onları size hemen vermez. Berlin’de, okuduğum rehber kitapta bulduğum Ramones Müzesi böyle bir yerdi. Adresi ve harita üzerindeki yeri açıkça belirtildiği halde bulabilmek için birkaç sokak boyunca dönenip durmuş ve en sonunda müze diye anılan bu mekânın öncelikle bir kafe olduğunu ve bu yüzden fark edemeden birkaç önünden geçtiğimi anlamıştım. 

Amsterdam da biraz böyledir.  Kanalları ve bir diğerine çok benzeyen karakteristik evleri nedeniyle geçtiğiniz sokakların hepsi ilk başta birbirlerinin aynısı gibi gelir. Şehir düz olduğu için ufukta size yönünüzü hatırlatacak yüksek bir tepe,  saat kulesi, kale burcu yoktur. Üstüne üstlük Felemenkçe kalabalık bir dildir. Sokak isimlerini okuyup akılda tutmak biraz zaman alır. 


Amsterdam’da sabahın köründe trenden indim. Kıştı ve soğuk hemen kendini hissettirdi. Bir yandan sarınmaya çalışırken bir yandan da haritamı açtım. Tren istasyonuna yürüme mesafesinde olduğunu bildiğim otelime ne taraftan gidebileceğimi anlamaya çalışıyordum. Sabah yürüyüşüne çıkmış kibar ve yardımsever bir Amsterdamlı önümde durdu ve yardımcı olabileceğini söyledi. Oteli haritada işaretlemiştim. Kabaca hangi yöne gitmek gerektiğini söylemesinin yeterli olacağını belirttim. Haritayı alınca bana acıyarak bir baktı. Seni gidi seni, der gibi gülerek oteli tarif etti ve bol şans, diyerek uzaklaştı. Tarif ettiği yöne doğru yürüyünce bir süre sonra kendimi Amsterdam’ın meşhur Red Light bölgesinde buldum. Sabahın erken saatleri olduğu için kırmızı ışıklar ve camekanların arkasında dans eden çıplak kadınlar ortada yoktu ama bir takım neşeli kadınlar ve onların peşinden koşan neşeli çocuklar oradaydı. Erotik malzemeler satan dükkânlar, afişler her yerdeydi.  Otelimin burada olmadığına emindim ama adres burasını gösteriyordu. Neden sonra adrese dikkatli bakınca otelimin olduğu caddenin adının “Nieuwezijds Voorburgwal” olduğunu fark ettim. Oysa ben şu anda “Oudezijds Voorburgwal” daydım.  Gözden kaçacak bir fark değildi belki ama harfler kalabalık ve bizim alıştığımız düzenden uzak olunca insanın aklı karışıyor.
İşte size bir Amsterdam anısı. Şimdi Van Gogh Müzesini, Madam Tussauds’yu, Red Light District’i ve Damrak’ı bir kenara bırakalım ve Amsterdam gezinizi süsleyecek bir takım mekanları keşfe koyulalım.



DE BIERKONING
Paleisstraat 125
1012 RK Amsterdam



Kraliyet Sarayının hemen arkasında bir sokakta yer alan bu dükkân adından da anlaşılabileceği gibi biranın kralıdır ve yüzlerce değişik türde ve markada birayı servis etmekle ünlüdür.  Yirmi beş yıl önce 250 çeşit birayla yola çıkan bu mekân günümüzde 1200 civarında biraya ulaşmıştır. Şarap tadımının, şarap içmenin ayinsel durumu ile kıyaslandığında bira hep hafife alınan bir içki olmuştur. Ne olduğuna çok da bakmadan içer ve gidersiniz. İşte bu mekân buna bir dur demek için açılmış gibidir. 1000'in üzerinde tadın ve çeşidin yanında bir de o biraya, o içime uygun bardakla servis yapılmaktadır. Bira kültürünü yakından tanımak ve biraya başka bir gözle bakmaya başlamak için oldukça ideal bir yer.



ANNE FRANK HUIS
Prinsengracht 263-267
1016 GV Amsterdam


1942’de Naziler Amsterdam’ı işgal ettiklerinde Yahudileri toplama kamplarına göndermeye başladılar. Yahudi olan Frank ve Van Pels aileleri Naziler onları buluncaya kadar şimdi müze haline getirilen bu evde oluşturdukları gizli odalarda saklanarak iki yıl geçirdiler. Otto Frank imalathanesinde pekmez ve buna benzer bitkisel karışımlar üreten bir iş adamıydı. Naziler Yahudileri toplamaya başlayınca o ve  yanında çalışan insanlar imalathanenin üzerinde yer alan ve Otto Frank’ın evine açılan odaları gizli bir sığınağa çevirdiler. Evin içinden bu odalara geçişi sağlayan kapı açılıp kapanan bir kitaplık ile gizli bir hale getirilmişti. Yirmi beş  ay boyunca Frank ve Van Pels ailelerinin sekiz üyesi burada saklandılar. Otto Frank’in on üç yaşındaki kızı Anne Frank burada yaşadıklarını anlattığı bir günlük tutmaya başladı ve bu günlük Nazilere yakalandıkları zaman kadar devam etti. Kimliği belirsiz bir kişi onları ihbar etmişti. Naziler onları yakaladıktan sonra ailenin üyeleri Auschwitz ve Bergen- Belsen’deki toplama kampına gönderdi.  Geride kalan günlük ise Otto Frank’ın sekreteri olan Bayan Miep Gies tarafından saklandı ve Auschwitz’ten sağ çıkmayı başaran baba Otto Frank Amsterdam’a döndüğünde ona teslim edildi. Ne yazık ki evde saklanan sekiz kişiden bir tek Otto Frank hayatta kalabilmişti. Anne Frank Bergen-Belsen’de tifo yüzünden öldüğünde on beş yaşındaydı.

Bu trajedi ve iç burkan hikâyeler belki de Amsterdam gezininiz neşe ile hatırlayacağınız anıları arasında sakil duracaktır. Ancak faşizm ve ırkçılığa ve bunu bir devlet politikası haline getirmeye çalışan politikacılara karşı ortak bir bilinç oluşturulması ve dünyanın hiçbir yerinde böyle hikâyelerin bir daha yaşanmaması için bu tür müzelere hala ihtiyaç var. Onların hikâyelerini bilmek bizim bu insanlara karşı bir borcumuzdur. Müzeden çıktıktan sonra birkaç bira içmek isteyebilirsiniz.

Müzedeki gezinin sonunda "Free2Choose" adlı video gösterisini de mutlaka izleyin. Müzeye girişler için her zaman bir kuyruk oluştuğunu unutmayın. Kuyruk genelde bilet alma kuyruğudur. Biletinizi internetten alırsanız çok oyalanmadan içeri girebilirsiniz.



CAFE CHRIS
Bloemstraat 42
1016LC Amsterdam


Amsterdam’daki kafe ve barların atmosferi genelde iyidir. Aşağı yukarı hepsinin sizi içine alan, iyi hissettiren ve de gözünüzü oyalayan bir iç tasarımları vardır. Bir barda, bir pub’da olduğunuzu hissedersiniz ve canınız bir şeyler içmek ister.  Çat kapı gireceğiniz herhangi bir bardan büyük ihtimalle memnun kalacaksınızdır ancak zamanınız kısıtlıysa ve seçeceğiniz yerin biraz özel bir tarafı olsun diyorsanız buyrun size Cafe Chris.

Rivayete göre Cafe Chris şehirdeki en eski bardır ve 1624’te açılmıştır. O yıl Hollanda donanması Brezilya’daki Bahia’yı İspanyollardan devralmıştı. Fransa ve Hollanda arasında barış anlaşması imzalanmış ve ilk Hollandalı yerleşimciler Kuzey Amerika’daki koloni noktalarına ulaşmışlardı. Kardinal Richelieu Fransa’da 13.Luis’in başbakanı olarak atanırken,  Martin Luther’in Almanca İncil’i Papa tarafından halkın huzurunda yakılıyordu.



MUSEUM ONS’ LIEVE HEER OP SOLDER
Oudezijds Voorburgwal 40
1012 GE Amsterdam


Gizli bir kiliseye ne dersiniz? Hem de kimilerine göre şehrin en günahkâr mahallesi olan Red Light District’in yanı başında.  Dışarıdan bakıldığında sıradan bir kanal evi gibi gözüken bu bina 1661’de Katolik bir tüccar olan Jan Hartman için inşa edilmiş. Hartman bu binanın çatı katını, arkasında yer alan daha küçük iki binanın çatısıyla birleştirerek burayı bir kilise haline getirmiş. Böylece alt katları dükkân görünümünde olan bu sıradan evin içine giren konuklar üst kata çıkan merdivenlerden sonra kendilerini gayet alımlı bir Katolik kilisesinin içinde buluyorlardı. Amsterdam şehri 1578’den itibaren resmi olarak Protestan’lığı seçmişti. Bu nedenle şehirde o dönemlerde Katoliklere ait bu ve bunun gibi gizli kiliselere rastlamak mümkündü. Bildiğim kadarıyla bu kilise onlardan geriye kalan tek gizli kilise. İsmi de durumu açıklayacak türden: “Tavan arasındaki sevgili Tanrımız”

HEINEKEN EXPERIENCE
Stadhouderskade 78
1072 AE Amsterdam



Bira seviyorsanız Heineken Experience denilen tur tam size göre. Dünyaca ünlü Heineken birasının tarihi fabrikasını ziyaret ediyor ve biranın yapım sürecini aşama aşama izliyorsunuz. Gerard Adriaan Heineken, Heineken firmasını 1864’te kurmuş. O zamanlar şu benim Nieuwezijds Voorburgwal caddesinde bulunan Hooiberg biraevini satın almış ve Heineken adıyla üretime ve işletmeye başlamış.  O zamandan bu zamana geçen yüz yılı aşkın sürede Heineken dünyaca ünlü bir markaya dönüştü. Stadhouderskade’deki bu eski bina 1988’den itibaren hizmet dışıydı. Müzeyi ziyaret ettiğinizde eksi usullerle yapılan üretimin detaylarını kendi gözlerinizle inceleyebiliyorsunuz. 5D teknolojisi sayesinde sizden bira bile yapıyorlar. Üretilen çeşitli biraları ve ya çeşitli üretim aşamalarındaki hallerini tadabileceğiniz bir bar da mevcut. Biletiniz ile üç adet bira içme hakkınız da oluyor. Turun sonunda üzerinizde isminiz yazılı bir bira şişesine bile sahip olabiliyorsunuz. İçeriye sadece on sekiz yaş üstü olanların alındığını unutmayın.




1 yorum:

  1. Harika olmus....Hikaye tadinda sicak samimi..okuyunca tekrar gitme ayni tadi alma ihtiyaci doguyor-ki gidemesek bile cok seyi hissedirip yasatiyor...TESEKURLER

    YanıtlaSil

İzleyiciler