Arkadaşlar,
Blogumu www.bulentcalli.com adresine taşıyorum. Eski ve yeni içerik ile oradan devam edeceğim. Takip etmek isteyen olursa beni orada bulabilir. :)
14 Ağustos 2014 Perşembe
22 Eylül 2013 Pazar
AMSTERDAM'DA GEZİLEBİLECEK ALTERNATİF YERLER
Her şehirde, bazen büyük bir binanın gölgesinde, bazen bir
köşeyi dönünce, bir kapının arkasında,
bazen de yer altında sizi bekleyen mekânlar vardır. Bu mekânlar rehber
kitaplarda tanıtılan büyük müzelerin, opera binalarının ve işlek caddelerin
meydanların yanında birkaç satırla ya anlatılır ya da anlatılmaz. Anlatılsalar
bile bazı şehirler onları size hemen vermez. Berlin’de, okuduğum rehber kitapta
bulduğum Ramones Müzesi böyle bir yerdi. Adresi ve harita üzerindeki yeri
açıkça belirtildiği halde bulabilmek için birkaç sokak boyunca dönenip durmuş
ve en sonunda müze diye anılan bu mekânın öncelikle bir kafe olduğunu ve bu
yüzden fark edemeden birkaç önünden geçtiğimi anlamıştım.
Amsterdam da biraz böyledir.
Kanalları ve bir diğerine çok benzeyen karakteristik evleri nedeniyle
geçtiğiniz sokakların hepsi ilk başta birbirlerinin aynısı gibi gelir. Şehir
düz olduğu için ufukta size yönünüzü hatırlatacak yüksek bir tepe, saat kulesi, kale burcu yoktur. Üstüne üstlük
Felemenkçe kalabalık bir dildir. Sokak isimlerini okuyup akılda tutmak biraz
zaman alır.
Amsterdam’da sabahın köründe trenden indim. Kıştı ve soğuk
hemen kendini hissettirdi. Bir yandan sarınmaya çalışırken bir yandan da
haritamı açtım. Tren istasyonuna yürüme mesafesinde olduğunu bildiğim otelime
ne taraftan gidebileceğimi anlamaya çalışıyordum. Sabah yürüyüşüne çıkmış kibar
ve yardımsever bir Amsterdamlı önümde durdu ve yardımcı olabileceğini söyledi.
Oteli haritada işaretlemiştim. Kabaca hangi yöne gitmek gerektiğini
söylemesinin yeterli olacağını belirttim. Haritayı alınca bana acıyarak bir
baktı. Seni gidi seni, der gibi gülerek oteli tarif etti ve bol şans, diyerek
uzaklaştı. Tarif ettiği yöne doğru yürüyünce bir süre sonra kendimi
Amsterdam’ın meşhur Red Light bölgesinde buldum. Sabahın erken saatleri olduğu
için kırmızı ışıklar ve camekanların arkasında dans eden çıplak kadınlar ortada
yoktu ama bir takım neşeli kadınlar ve onların peşinden koşan neşeli çocuklar
oradaydı. Erotik malzemeler satan dükkânlar, afişler her yerdeydi. Otelimin burada olmadığına emindim ama adres
burasını gösteriyordu. Neden sonra adrese dikkatli bakınca otelimin olduğu
caddenin adının “Nieuwezijds Voorburgwal” olduğunu fark ettim. Oysa ben şu anda
“Oudezijds Voorburgwal” daydım. Gözden
kaçacak bir fark değildi belki ama harfler kalabalık ve bizim alıştığımız
düzenden uzak olunca insanın aklı karışıyor.
İşte size bir Amsterdam anısı. Şimdi Van Gogh Müzesini,
Madam Tussauds’yu, Red Light District’i ve Damrak’ı bir kenara bırakalım ve
Amsterdam gezinizi süsleyecek bir takım mekanları keşfe koyulalım.
DE BIERKONING
Paleisstraat 125
1012 RK Amsterdam
Kraliyet Sarayının hemen arkasında bir sokakta yer
alan bu dükkân adından da anlaşılabileceği gibi biranın kralıdır ve yüzlerce
değişik türde ve markada birayı servis etmekle ünlüdür. Yirmi beş yıl önce 250 çeşit birayla yola
çıkan bu mekân günümüzde 1200 civarında biraya ulaşmıştır. Şarap tadımının,
şarap içmenin ayinsel durumu ile kıyaslandığında bira hep hafife alınan bir
içki olmuştur. Ne olduğuna çok da bakmadan içer ve gidersiniz. İşte bu mekân
buna bir dur demek için açılmış gibidir. 1000'in üzerinde tadın ve çeşidin
yanında bir de o biraya, o içime uygun bardakla servis yapılmaktadır. Bira
kültürünü yakından tanımak ve biraya başka bir gözle bakmaya başlamak için
oldukça ideal bir yer.
ANNE FRANK HUIS
Prinsengracht 263-267
1016 GV Amsterdam
1942’de Naziler Amsterdam’ı işgal ettiklerinde Yahudileri
toplama kamplarına göndermeye başladılar. Yahudi olan Frank ve Van Pels
aileleri Naziler onları buluncaya kadar şimdi müze haline getirilen bu evde
oluşturdukları gizli odalarda saklanarak iki yıl geçirdiler. Otto Frank
imalathanesinde pekmez ve buna benzer bitkisel karışımlar üreten bir iş
adamıydı. Naziler Yahudileri toplamaya başlayınca o ve yanında çalışan insanlar imalathanenin
üzerinde yer alan ve Otto Frank’ın evine açılan odaları gizli bir sığınağa
çevirdiler. Evin içinden bu odalara geçişi sağlayan kapı açılıp kapanan bir
kitaplık ile gizli bir hale getirilmişti. Yirmi beş ay boyunca Frank ve Van Pels ailelerinin
sekiz üyesi burada saklandılar. Otto Frank’in on üç yaşındaki kızı Anne Frank
burada yaşadıklarını anlattığı bir günlük tutmaya başladı ve bu günlük Nazilere
yakalandıkları zaman kadar devam etti. Kimliği belirsiz bir kişi onları ihbar
etmişti. Naziler onları yakaladıktan sonra ailenin üyeleri Auschwitz ve Bergen-
Belsen’deki toplama kampına gönderdi.
Geride kalan günlük ise Otto Frank’ın sekreteri olan Bayan Miep Gies
tarafından saklandı ve Auschwitz’ten sağ çıkmayı başaran baba Otto Frank
Amsterdam’a döndüğünde ona teslim edildi. Ne yazık ki evde saklanan sekiz
kişiden bir tek Otto Frank hayatta kalabilmişti. Anne Frank Bergen-Belsen’de
tifo yüzünden öldüğünde on beş yaşındaydı.
Bu trajedi ve iç burkan hikâyeler belki de
Amsterdam gezininiz neşe ile hatırlayacağınız anıları arasında sakil
duracaktır. Ancak faşizm ve ırkçılığa ve bunu bir devlet politikası haline
getirmeye çalışan politikacılara karşı ortak bir bilinç oluşturulması ve dünyanın
hiçbir yerinde böyle hikâyelerin bir daha yaşanmaması için bu tür müzelere hala
ihtiyaç var. Onların hikâyelerini bilmek
bizim bu insanlara karşı bir borcumuzdur. Müzeden çıktıktan sonra birkaç bira
içmek isteyebilirsiniz.
Müzedeki gezinin sonunda "Free2Choose" adlı video gösterisini de mutlaka izleyin. Müzeye girişler için her zaman bir kuyruk oluştuğunu unutmayın. Kuyruk genelde bilet alma kuyruğudur. Biletinizi internetten alırsanız çok oyalanmadan içeri girebilirsiniz.
CAFE CHRIS
Bloemstraat 42
1016LC Amsterdam
Amsterdam’daki kafe ve barların atmosferi genelde
iyidir. Aşağı yukarı hepsinin sizi içine alan, iyi hissettiren ve de gözünüzü
oyalayan bir iç tasarımları vardır. Bir barda, bir pub’da olduğunuzu
hissedersiniz ve canınız bir şeyler içmek ister. Çat kapı gireceğiniz herhangi bir bardan büyük
ihtimalle memnun kalacaksınızdır ancak zamanınız kısıtlıysa ve seçeceğiniz
yerin biraz özel bir tarafı olsun diyorsanız buyrun size Cafe Chris.
Rivayete göre Cafe Chris şehirdeki en eski bardır
ve 1624’te açılmıştır. O yıl Hollanda donanması Brezilya’daki Bahia’yı
İspanyollardan devralmıştı. Fransa ve Hollanda arasında barış anlaşması
imzalanmış ve ilk Hollandalı yerleşimciler Kuzey Amerika’daki koloni
noktalarına ulaşmışlardı. Kardinal Richelieu Fransa’da 13.Luis’in başbakanı
olarak atanırken, Martin Luther’in
Almanca İncil’i Papa tarafından halkın huzurunda yakılıyordu.
MUSEUM ONS’ LIEVE HEER OP SOLDER
Oudezijds Voorburgwal 40
1012 GE Amsterdam
Gizli bir kiliseye ne dersiniz? Hem de kimilerine göre
şehrin en günahkâr mahallesi olan Red Light District’in yanı başında. Dışarıdan bakıldığında sıradan bir kanal evi
gibi gözüken bu bina 1661’de Katolik bir tüccar olan Jan Hartman için inşa edilmiş.
Hartman bu binanın çatı katını, arkasında yer alan daha küçük iki binanın
çatısıyla birleştirerek burayı bir kilise haline getirmiş. Böylece alt katları
dükkân görünümünde olan bu sıradan evin içine giren konuklar üst kata çıkan
merdivenlerden sonra kendilerini gayet alımlı bir Katolik kilisesinin içinde
buluyorlardı. Amsterdam şehri 1578’den itibaren resmi olarak Protestan’lığı
seçmişti. Bu nedenle şehirde o dönemlerde Katoliklere ait bu ve bunun gibi
gizli kiliselere rastlamak mümkündü. Bildiğim kadarıyla bu kilise onlardan
geriye kalan tek gizli kilise. İsmi de durumu açıklayacak türden: “Tavan
arasındaki sevgili Tanrımız”
HEINEKEN EXPERIENCE
Stadhouderskade 78
1072 AE Amsterdam
Bira seviyorsanız Heineken Experience denilen tur tam size
göre. Dünyaca ünlü Heineken birasının tarihi fabrikasını ziyaret ediyor ve
biranın yapım sürecini aşama aşama izliyorsunuz. Gerard Adriaan Heineken,
Heineken firmasını 1864’te kurmuş. O
zamanlar şu benim Nieuwezijds Voorburgwal caddesinde bulunan Hooiberg biraevini
satın almış ve Heineken adıyla üretime ve işletmeye başlamış. O zamandan bu zamana geçen yüz yılı aşkın
sürede Heineken dünyaca ünlü bir markaya dönüştü. Stadhouderskade’deki bu eski
bina 1988’den itibaren hizmet dışıydı. Müzeyi ziyaret ettiğinizde eksi
usullerle yapılan üretimin detaylarını kendi gözlerinizle inceleyebiliyorsunuz. 5D teknolojisi sayesinde sizden bira bile yapıyorlar. Üretilen çeşitli biraları ve ya çeşitli üretim aşamalarındaki hallerini
tadabileceğiniz bir bar da mevcut. Biletiniz ile üç adet bira içme hakkınız da oluyor. Turun sonunda üzerinizde isminiz yazılı bir
bira şişesine bile sahip olabiliyorsunuz. İçeriye sadece on sekiz yaş üstü
olanların alındığını unutmayın.
Etiketler:
Amsterdam,
Anne Frank,
Bierkoning,
Bira,
Cafe Chris,
Gezi,
Heineken,
Hollanda,
Kilise,
Lieve Heer,
Müze,
Nazi,
Seyahat,
Turizm
15 Temmuz 2013 Pazartesi
ROMA'DA NE YESEK?
Biliyorsunuz
ki İtalyan Mutfağı diye bir şey var ve Roma da İtalya’nın başkenti. Bu
da demek oluyor ki aslında çok şanssız bir gün geçirmiyorsanız veya Vedat Milor
değilseniz, gözünüze kestirip girdiğiniz herhangi bir lokantada güzel bir yemek
yeme ihtimaliniz oldukça yüksektir. Yine de zamanımız ve paramız değerlidir. Her
büyük şehirde olduğu gibi Roma’da da para ve zaman tuzağı olan turistik
lokantalardan uzak durmakta fayda vardır. Mönü önünüze geldiğinde 10 ayrı dile
çevrilmiş olduğunu görürseniz, turistik bir restorandasınız demektir. Hemen kaçın. Roma’nın meşhur meydanları, yani
Piazza’ları da (mesela Piazza Navona) turistik lokantaların yerleştiği
noktalardır. Yemek tercihlerimizi buradaki yerlerde değil de daha çok sokak
aralarında ya da daha küçük meydanlarda değerlendirmek bizi Roma’nın gerçek
tadını almaya bir adım daha yaklaştırır. Zaten Roma’da yaşayan yerli halk da bu
mekânlara asla gitmez. “Roma’dayken Roma’lılar gibi yapmak gerekir” diye antik
ve ünlü bir söz vardır. İşte bu sözü yemek konusuna uyarlayabiliriz.
İtalyan
mutfağı denilince akla hemen makarnalar ve pizzalar gelir. Ya da İtalya’yı
ziyaret etmiş olan insanlardan sıkça duyarsınız, sabah akşam makarna ve pizza
yedik, bıktık derler. Eğer Roma gezinizde sadece pizza ve makarna yerseniz bir
şeyleri eksik bırakmış olursunuz. Roma’da yemek sadece bunlardan ibaret
değildir. Tabii ki mönülerde “Pasta” adıyla göreceğiniz bin bir türlü sosla
çeşitlendirilmiş makarnalar veya yine sayılması zor çeşitte malzemelerden
yapılan pizzalar başköşede olacaktır ve mecburen bunları sıkça tadacaksınız
ancak bunlara alternatif olabilecek, Roma’ya has tabakları da kaçırmamak
gerekir.
Yemek
tarifine girmeden, sadece kısaca bahsetmem gerekirse, bizde pek
sevilmese de enginar bu mutfağın baş tacıdır. Enginarla yapılan meşhur iki
yemek, “carciofi alla romana” ve “carciofi
alla giuda” bu konuda fikir sahibi olmamıza yetecektir. Şaşalı İtalyanca
isimlere takılmayalım. “Carciofi alla romana” Türkçesi ile Roma usulü
enginardır. Enginarlar zeytinyağı ile
şöyle bir kavrulur, sarımsak ve nane eklenir. “Carciofi alla giuda” ise Yahudi
usulü enginardır ve tarihi çok eski zamanlara dayanan tipik bir roma-yahudi
yemeğidir. Enginarlar tavada kızartılır, yanında mozzarella peyniri ve yine bu
mutfağın önemli parçalarından Zucchini çiçekleri sunulur.
Et
konusunda değişik tatlar arayanlara önerim ise Pajata olacaktır. Bizim yemek
kültürümüzde de sakatat hoşgörü ve sevecenlikle karşılanır ve afiyetle yenilir.
İtalyanların ”quinto quarto” dedikleri bu tarz yemeklerin en ünlüsü Pajata’dır
ve oldukça lezzetlidir. Pajata’yı domates sosunda pişmiş kuzu bağırsağı olarak
tarif edebiliriz. Bu tarz lezzetleri seviyorsanız quinto quarto’nun peşinden
gidebilirsiniz.
Bunların
yanı sıra daha hafif lezzetler için, bizde de pek sevilen “Bruschetta”, otlu ve
peynirli pideye benzetebileceğim “Pizza Bianca”, çok özel hazırlanmış hafif,
çabuk, lezzetli ve geleneksel bir spaghetti sunumu olan meşhur “Cacio e Pepe”
ve çeşitli peynir ve salam, sucuk benzeri et ürünlerinin tadımını kapsayan bir
şarküteri mönüsü de programa dâhil edilebilir.
Sizi
bilmem ama söz konusu yemek olunca aşırı resmiyet, dini bir törensellik, elbise
kodları vs. benim pek hoşuma gitmez. Anthony Bourdain tarzı “no reservation”
mekânlarda yemek yemeyi, daha doğrusu karnımı doyurmayı severim. Roma çok büyük bir şehir ve bu şehirde on
bine yakın yemek yenilecek mekân var.
Bunların bir kısmı önünden bile geçmek istemeyeceğiniz kadar kötü, bir
kısmı ise benim gibi adamları önünden geçirmeyecekleri kadar seçkin ve pahalı.
Bu yazımda ben kişi başına aşağı yukarı 20-40 Euro aralığında güzel yemek
yiyebileceğimiz yerleri seçtim. Sessizlik yemini etmiş keşişler gibi ifadesiz
bir şekilde servis yapmayan, cana yakın, siz “Totti” deyince sevinen ve hatta
bundan cesaret alıp size Roma futbol takımının son transferlerini nasıl
bulduğunuzu soran garsonları olan yerleribelirlemeye çalıştım. Bu mekânların
bazıları çok bilinen ve önünde kuyruklar oluşan yerlerken, bazıları ise bu
yazıyı yazarken henüz keşfedilmemiştir diye umduğum işletmelerdir. Bunları
sıralarken ise herhangi bir kıstas gözetmedim ve aklıma geldiği sırayla
anlattım. Mekan isimlerinin altına adreslerini de yazdım ki, web üzerindeki haritalardan arayıp bulabilesiniz. Afiyet olsun.
L’ANGOLO DIVINO
Via dei Balestrari 12
L’angolo Divino pek sevdiğim meydan Campo del Fiori’nin
yakınlarında bulunuyor ancak turistik bir mekan olmamayı başarmış. Kendine has
sıcak bir atmosferi var ve insana Roma’da olduğunu hissettiriyor. Burası
aslında bir şarap evi ve insanlar buraya yemek yemekten daha çok şarap tatmaya
geliyorlar. Enoteca, Romalıların Yunanlılardan aldığı bir deyim ve şarap tatmak
anlamına geliyor. Roma’da bir enoteca için L’Angolo Divino oldukça ideal bir
yer. Şarabı bahane edip bir takım güzel peynirlerin, salam, sucuk benzeri,
İtalya’ya mahsus özel et ürünlerinin tadına bakıp karnımızı burada güzelce
doyurabiliriz. Siz de benim gibi şaraptan anlamıyorsanız, seçimi rahatlıkla
burada çalışanlara bırakabilirsiniz. Cüzdanınızı zorlamayacak fiyatlarla güzel
İtalyan şaraplarının tadını çıkartabilirsiniz. Özellikle mekânın işletmecisi
Massimo hem misafirperver hem de bu konuda pek bilgili bir kişidir. Kendisini
yakalarsanız küçük bir sohbetten çekinmeyin ve şarap konusunda yardım
isteyin. L’Angolo Divino Salı ve Cumartesi günleri 10:30- 15:00 ve
sonra 17:00 – 01:30 saatleri arasında açık. Pazar ve Pazartesi günleri ise
sadece 17:00 – 01:30 arasında çalışıyorlar. Akşam saatlerinde gitmeden önce
arayıp, rezervasyon yaptırmakta fayda var.
TAVERNA
ROMANA
Via Della Madonna Dei Monti
79
“Colosseo” yakınlarındaki Taverna Romana tursitlerin pek
gitmediği küçük ve geleneksel mekanlardan bir tanesi. Burada yemekler gerçekten
lezizdir ve tıka basa yediğinizde bile kişi başı 20 Euro’nun altında bir hesap
ödersiniz. Nefis ev yapımı şarapların yarım litresi 6 Eurodur mesela. Buna
karşılık servis kalitesi biraz düşüktür. Siparişlerin gelmesi zaman alabilir ya
da bir su istediğinizde birkaç söylemeniz gerekebilir. Yine de yemeklerin
lezzeti ve ödediğiniz paranın uygunluğu hatırlanırsa biraz sabırlı olmak ve
içinde bulunduğunuz bu küçük İtalyan lokantasının geleneksel atmosferinin
tadını çıkartmak en güzeli olur. Rezervasyon da alıyorlar ama çat kapı
geldiğinizde de hoş karşılanıyorsunuz. Makarnaları meşhurdur ve jambonlu
bezelyeli makarna ( pasta paglia e fieno) ile Rigatoni All’amatricana tavsiye
edilir. Bu makarnaların sosunun içinde domuz eti oluyor, teyitli bilgi. Hoşunuza giden bir et türü değilse önceden
sormanızda fayda var. Hesap fazla gelmese de kredi kartı geçmediğini
hatırlatayım. Hazırlıklı gidiniz.
SIGNOR
PANINO
Via Pie di Marmo 35
Roma’nın turistik açıdan en civcivli yerlerinden biri olan
Pantheon yakınlarındaki bu mekan geleneksel bir roma lokantası olmasa da,
harika sandviçleri ile ayaküstü bir şeyler atıştırmak istediğimizde ya da
yanımızı yolluk bir şeyler almak durumundaysak lezzet ve temizlik olarak
göğsümüzü gere gere alışveriş yapabileceğimiz bir yer olarak öne çıkıyor.
Burada sıcak ya da soğuk, özel ekmeklerle yapılmış nefis sandviçler,
bruschettalar veya hamburgerlerin yanı sıra şaraptan soğuk içeceklere her türlü
içkiyi de bulabiliyoruz. Şehir içindeki turistik gezimiz esnasında bir mola
vermek için ideal bir durak.
BAFFETTO
Via del Governo Vecchio
Şehirdeki en iyi pizzacı mı bilemem ama en popüler olanı
budur diyebiliriz. Önünde her daim bir kuyruk olur. Navona meydanına pek yakın
olan bu mekanda yemek için kuyruğa girmeyi göze alacaksanız iyi bir haber
olarak kuyruğun göründüğü kadar korkutucu olmadığını ve çabuk ilerlediğini
söyleyebilirim. Bu yoğunluğun bir sonucu olarak servisten genelde şikayet
edilir ama pizzalar gerçekten çok lezzetlidir. Eminim Roma’da güzel ve
geleneksel İtalyan pizzası yenilecek,
henüz keşfedilmemiş başka yerler vardır. Ancak Roma’da Pizza denilince akla
gelen birkaç yerden biri olan Baffetto’da “Ben orada yedim anacım, bir numarası yok, pizzacı
işte” diyebilmek için bu kusurlara katlanmak gerekiyor.
PICCOLO
ARANCIO
Vicolo Scanderberg 112
Vicolo Scanderberg 112
Aşk Çeşmesi ya da Trevi Çeşmesi yakınlarında konuşlanmış
olan Piccolo Arancio küçük ama kendine has bir atmosferi olan tipik bir İtalyan
lokantası. Fellini’nin siyah beyaz İtalyan filmlerinin atmosferini
hissedebileceğiniz bir ara sokakta, yazları dışarıya atılan masaları ile sevimli
bir mekân. Salaş haline bakıp sakın pas geçmeyin. Başta bahsettiğim enginarlı
yemeklerin en hası burada bulunabilir. Özellikle başta sözü geçen Yahudi usulü
enginar buranın spesiyalidir ve fiyatları da bütçeye uygundur. Diğer yemekleri
de denenebilir. Spaghetti alla Carbonara’yı önerebilirim. Ben tatmadım ama ev yapımı şaraplarının,
özellikle de beyaz şaraplarının çok leziz olduğunu duymuştum. Pazartesi açık
olmadığını hatırlatayım.
Etiketler:
baffetto,
carciofi,
Enginar,
enoteca,
İtalya,
L'angolo Divino,
makarna,
mozzarella,
pajata,
piccolo arancio,
quinto quarto,
Roma,
signor panino,
şarap,
taverna romana,
Yemek
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)